
New York’taki Chrysler Binası 1920’lerin sonunda inşa edilirken, 40 Wall Street olarak anılan gökdelen de aynı zamanda yükseliyordu. Dünyanın en yükseğini yaratma yarışı o günlerde başlamıştı denebilir. İki rakip bina, “en yükek” ünvanını alabilmek için görülmemiş taktiklerle yarışırken 40 Wall Street’in sahipleri inşaat aşamasında bile ek kat izinleri almayı becermişlerdi. Buna rağmen, Chyrsler’in sahipleri ve mimarları kurnaz bir manevrayla inşaat iskeleleri içinde gizlice inşa ettikleri 38m yüksekliğindeki paslanmaz çelik kuleyi son dakikada ortaya çıkartıp 90 dakika içinde son kata eklediklerinde, 40 Wall Street binası yarışı kaybetti. Her ne kadar iskan edilebilir son katın bina yüksekliği olarak öçülmesi gerektiğini belirtip itiraz edilse de, Chyrsler binası, bir yıldan az bir süre için bu ünvanını korudu. O günden bugüne dek en yüksek bina yarışı hız kesmeden devam etmekte ve bina yükseklikleri verilirken de anten yükeksikliği ve son kat yüksekliği ayrı olarak belirtilmekte.
Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan İstanbul Sapphire gökdeleni sadece İstanbul’un değil, Avrupa’nın da şu anda en yüksek gökdeleni ünvanına sahip. Yerden 236 metre yüksekliklte herkesin erişebileceği bir seyir terası planlanmış. Boğaz köprülerinin İstanbul’a belki de en büyük faydası, İstanbulun büyük bir kısmını bir bütün olarak uzaktan görmemizi sağlamak olmuştur. Aynı şekilde İstanbul Sapphire’in de yüksekliği ile İstanbul’u algılamamıza ve anlamıza katkısı büyük olacaktır. Kuzeydeki ormanlardan Adalara dek çok geniş bir coğrafyayı bir noktadan görebilmek çok heyecan verici. Bü yüzden bina sahiplerinin en üst katı herkesin erişimine açma kararları takdir edilmesi gerekir.
Gökdelenlerin mimarları en zorladıkları husus sanıldığı gibi yükselmekle ilgili değildir. Aksine yüksek yapıların zeminle, yayalarla ve cadde ile kurduğu ilişkiyi doğru bir şekilde kurgulamak ve çözmek zordur. Tasarımlarının çoğunda mimarlar çoğunlukla yapının uzaktan nasıl görüneceğini düşünerek çalışırlar. Bu yüzden pek çok gökdelen yapısı güzel görünse bile aslında yerden aniden fışkırmış gibi duran, kentle kurduğu ilişki açısından kötü binalardır.
İstanbul Saphhire’in mimarları bu zorluğun üstesinden gelmiş sayılabilir. Cepheyi oluşturan cam yüzeyin bir perde gibi sarkarak alttaki alışveriş merkezinin üstünü kaplaması ile binanın karakteristik formu oluşturulmuş. Bu karar ile mimarlar binanın ihtişamı ile yukarıya odaklanan bakışları ustaca bir hareketle bina girişine ve zeminle binanın kurduğu ilişkiye taşıyor.
Öte yandan binanın sadece konut olarak planlanması konusunda çekincelerim var. Öncelikle İstanbul’a yüksekten bakan bir ev çok cazip görünse de, çift cidarlı cephe ve öndeki kat bahçeleri nedeni ile aslında manzara ile beklediğiniz ilişkiyi kuramıyorsunuz. Ayrıca kimileri için 9 ayrı dairenin aynı ortak kat bahçesini kullanmaları sıkıntı yaratabilir. Oysa katların bir kısmı ofis olarak planlansa, bu kat bahçeleri çok daha işlevsel olabilirdi. Elbette Büyükdere aksını yeniden şekillendiren bu tip nitelikli binalar kadar hemen arkasındaki ihmal edilmiş devasa kentsel doku için nasıl çözümler üretileceği de unutulmaması gereken çok daha önemli bir husus.
* Radikal, 6.3.2011