
İstanbul Ataşehir’deki geleceğin finans merkezinin tam ortasında sıradışı bir lise binası olduğunu pek az kişi bilir. Arazinin içinde neredeyse yok olması için tasarlanmış bu özel yapı aynı anda iki üç klişeyi birden yıkan, Ataşehir’in yüksek blokları arasında huzurlu bir vaha ortamı yaratmış, özel bir mimarlık eseri aslında.
Bilindiği gibi Türkiye’de kamu yapılarının mimarisinde tip proje uygulaması sürdürülüyor. AKP hükümeti iktidarından sonra ise, Milli Eğitim Bakanlığı 2005 yılından beri tip okul projelerine yeni kriterler getirdi. Bakanlık okulların ‘milli ve geleneksel mimari(!)’ öğelerini taşıması gerektiğini, bundan sonra yapılacak binaların ‘Selçuklu’ veya ‘Osmanlı’ tarzında yapılması koşulunu öne sürdü. Şimdi her yerde simetrik bir cephe içinde taklit kemerler, taç kapılar, işlevsiz kulelerle donatılmış anıtsal olmaya çalışan gösterişli tuhaf okul binaları görmeye başladık. Bu okullarda kullanılan tarihi referanslı mimari öğelerin üstünkörü bir şekilde bir araya getirilmesi yüzünden gibi kimi yerlerde halk, okulları camiye bile benzetip tepki gösterdi. Özel kişi ve kurumların yaptırdığı okullar neyse ki buna uymak zorunda değil. Elbette kolaya kaçan, tip projeyi kolunun altına alıp müteahhit firmaya gidebiliyor. Ancak Mimari kültüre önem veren kurumlar neyse ki bu taklit yapay gösterişe prim vermiyor.

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği’nin (TÇMB) Ataşehir’de kendilerine tahsis edilen araziye bir meslek lisesi inşa etmek istemesi de bu yazıya konu olan okulun hikayesinin başlangıcı. TÇMB’nin 2007’de İstanbul Valiliği ve MEB ile protokol imzalanmasından sonra TeCe Mimarlık ve DB Mimarlık ofisleri ortak olarak 17 derslikli 510 öğrenci kapasiteli lise binasının tasarımını üstlendi. Mimarların en temel motivasyonu, bakanlıkça dayatılan tarihsel motifli tip projelere karşın coğrafi ve iklimsel koşullarla birlikte öğrenci ve öğretmenlerin ihtiyaçlarını da aynı anda değerlendiren, özgün ve mimari açıdan değerli bir binanın tasarlanabileceğini göstermek olmuş.
Arazinin eğimini kullanarak minimum hafriyat ile usulca alana yerleşen bina, dışa kapalı bir kutu gibi görünse de içi oldukça hareketli, birbiri içine akan mekanlarla dolu zengin bir ortam sunuyor. Bakanlığın öngördüğü tüm fonksiyonları barındıran yapı, doğal ışığın doğru kullanımı ile enerji tüketimi açısından da verimli. Geniş mekanları, iç bahçeleri, güverte misali koridorları ve iyi işleyen bir mekan düzeni ile örnek gösterilecek bir ortama kavuşan öğrenci ve öğretmenler de okulları ile gurur duyuyorlar.
Tip proje klişesini sarsan bu proje aynı zamanda tarihsel referansları kullanmadan da güzel bir yapı yapılabildiğini devlet bürokratlarına ispat ediyor. Okulun mimarisinde brüt beton yoğun olarak kullanılmış. Projenin sarstığı ikinci klişe ise bu noktada ortaya çıkıyor. Kötü yapılaşmayı anlatırken kullanmayı çok benimsediğimiz ‘betonlaşma’ deyimine, mimarlar incelikli bir cevap veriyor. Betonun herhangi bir inşaat malzemesi olduğunu, kötü mimari ve yapılaşmanın sorumluluğunun sadece bir malzemeye yüklenmemesi gerektiğini TÇMB yıllardır savunuyor. Türkiye’nin en nitelikli mimarlık dergilerinden biri olan ve sadece betonla üretilmiş çok önemli mimari projelerle yer veren BETONART‘ı da sırf bu yüzden yıllardır yayınlayan, bu konuda yaz okulları düzenleyen TÇMB, bu okul binasıyla sürdürdüğü bilinçlendirme ve sosyal sorumluluk çalışmalarına da bir yenisini eklemiş oluyor.
* Radikal, 19.6.2011