Ahmet İsvan’ın* kaleminden Fenerbahçe’nin işgali

Kira gelirlerimizi artırma çalışmalarımız sırasında, batakçı kiracılarımızdan birisinin de Beden Terbiyesi olduğunu öğ­rendim. Kiraladıkları yer Fenerbahçe yarımadasındaydı. Bir­kaç kez, yıllardır biriken ve zaten çok cüzi olan borçlarını ödemeleri yolunda kendilerini yazıyla uyardık. Beden Terbi­yesi Bölge Müdürü şahsen bana gelerek bu yeri, spora hiz­met amacıyla, aynı bedelle spor kulüplerine kiraya verdikle­rini fakat kulüplerden para alamadıklarını anlatarak yakın­mış, anlayış göstermemizi istemişti. Kendisine, bizim kimse­ye anlayış gösterecek durumda olmadığımızı ve en kısa za­manda borcunu kapatması gerektiği cevabını vermiştik. Bir gün, müdür geldi, borçlarını ödediklerini ve kira muka­velesini feshettiklerini bildirdi. Yani, devren kiraya vermiş ol­dukları spor kulüplerini bizim başımıza bırakıyor, aradan çe­kiliyordu. Bizimle olan kira mukavelesi, arazımızın üstüne hiçbir inşaat yapılmamak, boş olarak teslim edilmek koşulu­na bağlıydı. Halbuki orada Fenerbahçe, Galatasaray ve Yelken Kulüpleri’nin koca binaları kaçak inşaat olarak duruyor ve buralar tanınmış yerler olarak yıllardır işletiliyordu. Ayrıca, kaçak inşaatı önlemesi gereken de bizdik. Nasıl olmuş da, şehrin bu en gözde yerinde bu koca binaların yapılmasına göz yummuştuk? İlgili müdürlerden bilgi istedim ve ülkemizdeki bozuk dü­zenin çok net bir fotoğrafıyla karşılaştım. Belediyemizin, dev­let yetkisini halkın zararına ve güçlü kişi ve kuruluşların yararına kullanmasının çarpıcı bir örneği önümdeydi ve işin için­den nasıl çıkabileceğimiz konusunda müdürler de bana yol gösteremiyorlardı.

Kadıköy’ün sahilinde, Marmara Denizi’ne bir el gibi uzanan, nefis sakız ağaçlarının gölgesinde, pırıl pırıl sahilleriyle bu yeryüzü cenneti yarımadanın nasıl olup da halka kapalı bu kulüplerin eline geçtiğinin öyküsünü, Faruk Ilgaz’ın ağzından öğrenelim. Aşağıdaki sözler, Fenerbahçe Genel Kurulu’nda, Faruk Ilgaz’ın kürsüden yaptığı ve Milliyetin 20 Şubat 1974 günkü sayısında spor sayfasında yayımlanan konuşmasından aynen alınmıştır. Faruk Ilgaz o kongrede başkan adayıdır ve geçmiş başkanlığı döneminde yaptığı hizmetleri açıklayarak, yeniden seçilmek istemektedir. Olayları Faruk Ilgaz’ın ağzın­dan öğrenelim:

“Fenerbahçe burnundaki Sosyal Tesislerimizin yapılmasına Galatasaraylı dostlarımız sebep olmuştur, Bunun da hikâyesi şöyle: Galatasaraylı yakın dostlarımdan, eski yelken şampi­yonlarından Münir Atakan İstanbul Yelken Ajanı idi. Fener­bahçe burnunda yelken yarışmalarının idaresi için bir yelken odası istiyordu. Tahsisat yoktu. Eşten dosttan topladığı para­larla (ben de 5000 lira verdim) bir yelken ye hakem odası yap­tı. Daha sonraları burası Galatasaraylı yelkencilerin lokali oldu ve Galatasaraylılar böylece Fenerbahçe burnuna yerleştiler. Ancak işin üzücü yânı bu tesisi gerçekleştirmiş plan Münir Atakan daha sonra çeşitli kulisler nedeniyle bu camiadan uzaklaştı. O zaman bizim sosyal lokalimiz Kurbağlıdere’de idi. Galatasaraylıların Fenerbahçe burnundaki lokallerine sarı-kırmızı bayraklar asmaları ve gece ışıklarla süslemeleri bizi çile­den çıkarıyordu. Bazı üyeler ismet Uluğ’a -o tarihte Belediye Meclisinde üye idi- Galatasaraylıları o lokalden çıkarması için baskıda bulunuyorlardı. Ben tamamen başka bir düşünce taşı­yordum. Fenerbahçe bizimdi. Biz Galatasaraylılardan çok da­ha güzelini yapmak suretiyle onları gölgede bırakmalıydık.

‘Burada Fenerbahçe Spor Kulübü sosyal lokali inşaatı yapı­lacaktır’ levhasını yazdırdık. 4-5 arkadaş dikenli telleri bir arabaya koyarak Fenerbahçe’ye geldik ve o günün modasına uyarak fiili işgal yaptık. Bir Fenerbahçe bayrağı diktik. Ertesi günü buldozer getirerek hafriyatı yapıp, denizi doldurttuk. Ben o sırada Belediye Başkan Vekili bulunuyordum, iki gün sonra rahmetli Haşim İşcan beni çağırdı. ‘Böyle şey olmaz. Kendi başınıza makineyi sokmuş oraları darma duman etmiş­siniz. Ben işi durdurdum. Sen bunu yapıyorsun. Vatandaş da Karaköy Meydam’na gecekondu yaparsa ne yaparız?’ diyerek işe müdahale etti. Fenerbahçe sevgisi bize nizam ve kanunları unutturmuştu. Bunu bir plana uydurmamız gerekiyordu. An­cak Haşim İşcan buna yanaşmıyordu. Halbuki işgal ettiğim saha İstanbul’un nazım planında yelken sporu ile iştigal eden kulüplere tahsis edilmişti. 1936 yılında büyük önder Atatürk Fenerbahçe’de dolaşmış ve koya bakan kısımlar için ‘Yelken sporu ile uğraşan kulüplere verin’ demiş. Biz de arsaları ıslah etmekle, bir yerde büyük önder Atatürk’ün dediklerini yerine getirmiştik. O zaman ortalıkta ‘sahiller yağma ediliyor’ iddiası vardı ve rahmetli Haşim İşcan bundan çekiniyordu. Ben ise müsait bir zaman bekliyordum. O pozisyonu da şöyle yakala­dım. Rahmetli İşcan şube müdürleri ve muavinler arasında değişiklik yapmak istiyordu. Devrin bakanı da Adalet Partili olduğundan tabii benim muvafakatim olmadan tasdik etmi­yordu. Haşim İşcan beni çağırdı tayinleri tasdik ettir, istedi­ğin arsayı Fenerbahçe’ye vereyim’ dedi. Bu suretle Belediye nazım planındaki bu arsayı Beden Terbiyesi’ne bırakmak şekli ile formalite yerine geldi. Böylece bizimle birlikte Galatasaray ve İstanbul Yelken Kulübü’nün de işgal ettikleri yerler artık kendi malları sayıldı.”

Bu aydınlatıcı konuşma daha çok uzuyor. Belediyemizi ilgi­lendiren bölümünü, aradan hiç atlamadan kelimesi kelimesine verdim. Konuşmanın devam eden kısımlarında Faruk Ilgaz, rakibi Fahri Atabeyin Belediye Başkanı olduktan sonra Fener­bahçe’ye 60.000 lira borç yüzünden burayı tahliye etmesi için tebligat yolladığını anlatıyor ve maçlarla ilgili çok uzun bilgi veriyor. Bu konuşma birçok bakımdan, içinde bocaladığımız bozuk düzenin içyüzünü açıkça ortaya çıkaran bir ibret belgesiydi.’ Önce, halkın sahilini halka kapatan bu kişilerin başvurdukları mantık, Atatürk’e gerçekten saygı duyanların tahammül ede­meyecekleri düzeysiz bir Atatürk sömürüşüydü. Atatürk, “Di­leyen, yelken sporu yapacağını ileri sürerek buraları zaptetsin” mi demiş? Deseydi zaten Atatürk olmazdı. Belediye, spora da, sağlığa da, kültüre de, başka pek çok ihtiyaca da hizmet eder, ama bu hizmeti kendi karar verdiği yerde, kendi karar verdiği yöntemle yapar. Ve asıl önemlisi, belediyenin yaptığı hizmet ya da sağladığı olanak, herkese eşit koşullar altında ulaşmalı­dır. Başka spor kulüplerinin burada niçin tesisi yok? Buralara niçin halk giremiyor da yalnız derneğin yönetim kurullarınca üyeliğe kabul edilenler girebiliyor? Konuşmada çok önemli başka bir gerçek, ne kadar açık bi­çimde ortaya çıkıyor. Haşim Bey, müdürler arasında nakiller yapmak istiyor, Bakan Adalet Partili olduğu için “tabii” Faruk Ilgaz’ın onayı olmadan nakilleri tasdik etmiyormuş. Faruk Il­gaz o sırada Adalet Partisi İstanbul İl Başkanı’dır. Yani ülkemi­zin en büyük ilinin siyasi başkanıdır ve bakanın bu İstanbul’u baltalayıcı tasdik etmeme eylemini tabii buluyor, onaylıyor, o yöntemden yararlandığını övünerek kürsüden anlatıyor. Hü­kümetin belediye üstündeki vesayet yetkisinin ne kadar yıkıcı olduğu bundan daha açık nasıl ortaya konulabilir? Ya nakilleri onaylatmak için Haşim Bey’in, uygun olmadığını bildiği halde arsayı verme cömertliğine ne demeli? Belediye Başkanı kimin malını kime veriyor? Haşim Bey CHP’liydi, ama bizim düzen değişikliği siyasetini benimsememiz’den önceki bir CHP’li. Bu kuruluşlar aslında, spor kulüplerinin âdını kullanan, bi­rer seçkinler kulübü ve kumarhanesiydiler; sporla ciddi ilişki­leri yoktu. Ama olsaydı da, halka açık olamayacakları için, be­lediye olanaklarının; bunlara kullandırılması yanlıştı. Belediye böylesine önemli bir katkı yaptığı kulübün yönetimini denetleyebilmeli ve yapılan faaliyetin belediye amaçlarına yönelik olmasını temin etmeliydi. Bu kulüplerde bu şartların hiçbirisi yoktu. Ayrıca, buradaki temel faaliyet kumardı. 1976 kongre­sinde, Fenerbahçe Yönetim Kurulu, 962.993,50 TL oyun salo­nu gelirini bilançoda göstermemiş olduğu için eleştirilmiş, 37.282,80 liralık harcama ile Kızılay’dan 2367 deste iskambil kâğıdı aldığına dikkat çekilmişti (Cumhuriyet, 22 Şubat 1976). Burada, Yelken Kulübü’nün zaptettiği yerlerde, belediyeye ait beton piknik masa ve sıraları vardı. Kulüp, bunları kırmış ve üzerlerine kotralar çekmişti. Bütün kulüpler çevrelerine taş duvarlar çevirmişlerdi. Belediyemiz bu kaçak inşaata yıllardır göz yumduğu gibi, yasaya aykırı olarak elektrik, su ve havaga­zı, bağlamıştı. Dosyaları inceledikten ve müdürlerden bilgi al­dıktan sonra buraya, yanımda müdürlerle gittim. Olayı dosya­dan öğrendiğim halde gözle görmek çok etkileyiciydi. Yelken Kulübü’nün taş duvarının derhal yıkılmasını sağladım. Bu sı­rada, kulübün bir görevlisi, saldırmak amacıyla üzerime geldi. Zabıtalar engellediler. Ertesi gün belediyeye döndüğüm zaman spor basını peşimdeydi. ilk arayan Cumhuriyet oldu. Onlara bu kulüplerin fuzulî şâgil (haksız işgalci) olduklarını, buraları terk edeceklerini ve bu sahillerin halka açılacağını söyledim. Aynı şekilde Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü aracılığıyla belediyemizden izin alarak, Elmadağ’da şimdiki Hyatt Otel’in olduğu yerde, yeşil sa­ha üzerine kurulmuş olan Dağcılık Kulübü vardı, İstanbul’da, bu kulübün işgal ettiği arsadan daha değerli bir arsa düşünüle­mezdi. Ona da bu arsa, inşaat yapmamak şartıyla Beden Terbi­yesi aracılığıyla verilmişti; ama kulüp, kapalı tenis kortu, kapalı yüzme havuzu ve büyük bir yemek salonu yapmış ve belediye­miz de buraya elektrik, su ve havagazı bağlamıştı. Kulüplerin buraları terk edeceğini ve bu alanların halka açı­lacağını açıklamam üzerine kıyamet koptu. Spor basını ayağa kalktı. Bir gazetede bir fotoğraf yayımlandı. Dağcılık Kulü­bü’nün, yıllar önce gerçekleşmiş olan açılış törenini gösteren bu fotoğrafta, İstanbul’un en yüksek yöneticileri protokol sıra­sına göre dizilmişler, kulübü açıyorlardı. Zamanın Belediye Başkanı ortadaydı. Halkın yeşil sahasını, halkın giremeyeceği bir seçkinler ve güçlüler kulübüne, törenle teslim ediyorlardı. Fotoğrafın altında İstanbul’un ne yapıcı başkanlar görmüş ol­duğunu hatırlatan, böylece benim yıkıcılığıma gönderme ya­pan bir yazı vardı. Belediye Meclisi de ayaktaydı. Meclis üyeleri ikişer üçer odama gelip, halkın arasına çıkamadıklarını, İstanbul’un yarı­sının Fenerbahçeli, yarısının Galatasaraylı olduğunu, benim ikisini de karşıma aldığımı söylüyor, partimizi çok berbat bir çıkmaza soktuğumu ifade ediyorlardı. İlk Belediye Meclisi toplantısına Fenerbahçe yarımadasının haritası, Beden Terbiyesi ile yapılmış olan sözleşmeler, işgal bölgelerini, inşaat yapmama, boş teslim edilme ve kira bedel­lerinin sembolik oluşunu gösteren belgelerle girdim ve duru­mu ayrıntısıyla anlattım. Asıl önemli kozum, Faruk Ilgaz’ın yukarıda açıkladığım konuşmasıydı. Onu tane tane, sözcükle­ri vurgulayarak okudum ve gazeteyi gösterdim. Birkaç cümle­den sonra, meclisin havası değişmeye başladı. Bitirdiğim za­man, yalnız CHP’liler değil, Adalet Partililerin bazıları bile al­kışlıyordu. Dağcılık Kulübü, kendisine verilen arsada birçok inşaat yapmaktan başka, kiralanan arazi dışında, bitişiğindeki halka açık parka da tecavüz etmiş, üç ayrı tenis kortu kurmuştu. Önemli bir ayrıntı: Bu derneğin kuruluş tüzüğüne göre, istan­bul Belediye Başkanı onur üyesi oluyor, kulübün imkânların­dan para ödemeden yararlanıyordu. Bu kıyak acaba neden, va­liye değil, başsavcıya değil, deftardara değil de, belediye başka­nına yapılmıştı? “Bu düzeni değiştireceğiz” derken, ben işte “bu” düzeni kas­tettiğimize inanıyordum. Yani, mitinglerde kürsülerden söyle­diklerimizi ciddiye alıyordum, kendimize ve bize inanarak bizi iktidara getiren halka saygı duyuyordum.

İsvan, Ahmet. (2002). Başkent gölgesinde İstanbul. İstanbul: İletişim, s.134

* İstanbul Belediye Başkanı (14 Aralık 1973 – 11 Aralık 1977)