
Taksim’i olduğu gibi yayalaştırma ve yolları yer altına alma projesi belediye meclisinde 15 Eylül 2011’de onaylanmış. Belediye onayladığı projeyi doğru düzgün bir şekilde göstermek yerine basın bültenlerine sıkıştırdığı bir kaç cümle ve uyduruk bir animasyon ile bu önemli değişimi anlattığı için ileride nasıl bir Taksim’in bizi beklediğini ancak mimar ve plancılar çözebilir herhalde. Gündelik basına popüler bir dille “Taksim artık yayaların” gibi destekleyici bir mesajla yansıyan bu proje aslında Taksim’i kentsel bir çöle dönüştüreceğinin haberi.
Belediye’de bu kararı ortaya atıp onaylayanların, her mimar ve plancının bildiği Marc Augé’nin ortaya attığı Türkçe’ye yok-yer olarak çevrilebilecek “Non-lieux (Non-place)” kavramından haberdar olmadığı belli. Ama hiç değilse bugüne kadar ürettikleri “yok-yer”lere bir bakıp, “biz pek iyi bir iş yapmadık galiba” deselerdi keşke. Kamuya açık, içinde spor etkinliklerinin yanısıra, konser ve gösterilerin yapıldığı İstanbul Spor ve Sergi salonunun 20 sene içinde nasıl sadece yaka kartı olanlara açık bir kongre alanına dönüştüğünü gördük. Hevesle kucak açtığımız kongre turizminin kentin bu en değerli, şahane manzaralı noktasının, insandan arındırılmış granit bir çöle dönüşmesine hala kayıtsız kalıyoruz.
Öte yandan Avrupa’nın en büyüğü diye lansmanı yapılan Çağlayan’daki adliye binasının önüne eklenen meydan ile İstanbul’a bir başka “non-place” daha eklendi. Doğru düzgün bir planlama olmadan kondurulan bu devasa binanın yaratacağı trafik sorunun sonradan farkına varan belediye, apar topar etrafındaki yolları yer altına alıp trafik düzenlemesi yapmıştı. Projenin başında bir meydan yapma fikri olmadığı için yer altındaki yolların üstünde şekilsiz, uyduruk, binanın zemin kotundan yukarıda kalan işlevsiz bir başka granit çöl daha yaratılmış oldu.
En azından bu iki tecrübeden ders alması beklenen mimar Kadir Topbaş, şimdi de “yayalara kazandırıyoruz” kılıfı altında Taksim’i bir başka granit çöle dönüştürecek.
Her dönem belediyelerin bir takım moda uygulamaları oluyor. Kimi zaman bu olabildiğince sağı solu çiçeklendirmek, kimi zaman bütün kavşakları yer altına almak, kimi zamanda şu aralar olduğu gibi yayalaştırma deneyleri belediyelerin gündemini meşgul ediyor. Tarihi yarımadadan sonra şimdi sıra anlaşılan Taksim meydanına geldi. Yaya-araç ilişkisinin aslında karşılıklı bir ilişki olduğunu ayırt etmek yerine birbirine karşıt iki kavram olarak gören bir anlayışla alınan bu kararlar eninde sonunda iflas ediyor. Doğru dürüst sorun tespiti yapmadan klişe ve popüler söylemlerle bir seçim vaadi olarak hayata geçirilmeye çalışılan Taksim’i yayalaştırma projesi tam anlamı ile gereksiz bir zaman ve para kaybı olmasının yanısıra, geri dönüşü zor bir coğrafi müdahale aslında.
Öncelikle yayalaştırmaya çalışılan düzlüğün bir meydan değil, insan ve araç hareketlerinden hayat bulan bir kavşak olduğunun farkına varmamız gerek. Buradaki yoğunluğu doğuran ve şikayet konusu olan araçların büyük kısmı ise dolmuşlar, taksiler ve otobüslerden oluşuyor. Bu araçlar da yayalar için oradalar. Bunların hepsini yer altına almaya çalışan bu proje, içindeki insanlarla birlikte yer altında bir başka hareketli dünya yaratıp yer üstünü bomboş bırakacaktır. Yayalar için yapıldığı söylenen bu projenin saçmalığı da burada ortaya çıkıyor. Taksim’e gelmek veya oradan ayrılmak isteyen biri her zaman aşağı inmek veya yukarı çıkmak için fazladan zaman ve enerji harcayacak. Buraların nasıl yerler olacağını hayal etmenize gerek yok, Haşim İşçan geçidine, Zincirlikuyu veya Mecidiyeköy metrobüs duraklarına bakın yeter.
Yukarıda ise yayaların İstiklal Caddesi, Talimhane, Gümüşsuyu gibi odak noktalarına gitmek için hızla geçmek zorunda kalacakları kuru, sıkıcı, bomboş bir zemin insanları karşılayacak. Bu boşluğu doldurmak için bu sefer belediye etkinliklerini duyuracağı şekilsiz panolar, çirkin çadırlarla ve şirketlere kiralanacak stand alanları ile suni bir kalabalık yaratmaya çalışacak. Elbette güvenlik zafiyeti gerekçesi ile koca meydanda oturma elemanları, ağaçlar, havuzlar filan olmayacağından, kendileri için yapıldığı halde bütün yayalar yine İstiklal caddesinde para harcamadan oturamayacakları kafelere, lokantalara ya da dev bir alışveriş merkezine dönüştürülmek üzere parkın üstüne inşa edilmeye çalışılan Topçular kışlasına mecbur kalacaklar.

Trafiği yer altına almak ise çok zor altyapı sorunlarını beraberinde getirecek. Altında füniküler ve metro hattının olduğu bir ağın arasına bir de karayolu kavşağı ve araç durakları sıkıştırmak için oldukça vahşi çözümler uygulanacak. Bu nedenle Gümüşsuyu’nda zaten dar olan kaldırımların bir kısmının istinat duvarlarına nasıl feda edileceği veya refüjdeki asırlık ağaçların akıbeti, projeyi duyuran basın bülteninde pek bahsedilmiyor. Üstüne saksılar asılıp süslenmeye çalışılacak 6-7 metre yüksekliğindeki istinat duvarlarının çevresindeki tarihi binalarla arasında kalan dar geçişlerin ve şekilsiz yerlerin zamanla nasıl yaya düşmanı mekanlara dönüşeceğini göreceğiz. Bu senaryoda bahsedilenlerin gerçekleşmiş hallerini görmek için trafiği yer altına alınmış Çağlayan meydanına bir bakıvermek yeter.
Elbette Taksim’in yaya dostu olabilmesi için bir projeye ve yeni düzenlemeye ihtiyacı var ancak bu kesinlikle yaya düşmanı olarak gösterilen araçların yer altına alınması işle çözülebilecek bir sorun değil. Çok daha basit, ucuz ve kolay uygulanabilecek bir iki tedbir ve uygulama ile Taksim şahane bir kamusal mekan haline dönüşebilirdi. Ancak sansasyon ve şatafatla prim yapmayı tercih eden, kentleşme ve mimarlık konusunda dar görüşlü bir hükümet ve onun güdümündeki belediyelerden sağduyulu bir kent yönetimi beklemekten artık vazgeçmemiz gerek herhalde. Taksim zaten yıllardır komadaydı, bu proje de fişini çekecek, geçmiş olsun.