Bir olimpiyatların daha sonuna geldik. Açılışına katıldığı bu olimpiyatların başında Başbakan da İstanbul’un 2020 olimpiyatlarına adaylığı için kulis faaliyetleri yaparak çeşitli demeçler verdi. “Halkının büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede bugüne kadar bir olimpiyat düzenlenmedi.” diyerek İstanbul’u aday göstermesi yeterince büyük bir gaftı. Tüm dünya uluslarını din, dil ve ırk ayrımı gözetmeden kapsayan böyle bir sportif etkinliğe din faktörünü öne sürerek aday olduğunu belirten bir ülke hakkında olimpiyat komitesi herhalde pek de iyi şeyler düşünmüyordur.
Başbakan’ın olimpiyatlar hakkında ne kadar bilinçli olduğunu gösteren demeçleri bu kadarla da kalmadı. “Ekonomik olarak Avrupa ülkelerinin hepsi dökülüyor. Onların döküldüğü bir dönemde Türkiye şu anda çok daha farklı bir yerde. Altyapı, üstyapı olarak gayet iyi bir durumdayız. Demontabıl salonlarda müsabakalar yapılıyor. Biz bunu demontabıl salonlarda yapmayacağız, tamamıyla, herşeyiyle mükellef salonlarda yapacağız.” diyerek ikinci bir çam daha devirdi.
Londra, 2012 olimpiyatlarına aday olduğunu açıkladığından beri başta LSE üniversitesi olmak üzere çeşitli üniversitelerden mimar, şehir planlamacıları, sosyolog ve diğer bilim insanları ile olimpiyat alanının planlanması üzerine çalıştı. Daha önceki olimpiyatların değerlendirilmesi titizce yapıldı. Yeni kurulacak tesislerin kentte yapacağı kalıcı etki üzerine detaylı çalışmalar gerçekleştirildi. Üç haftalık etkinliklerin sonunda sayıları milyonları bulan misafirin kenti terketmesinden sonra ellerinde kalacak dev stadyumlar, yüzme havuzları ve spor salonlarını, olimpiyatların sonunda kazanacakları paralar ve tecrübeler ile ne yapacaklarını tartıştılar. Tüm bu tartışmaların sonucunda “Olympiyat Mirası” adı altında geliştirilen bir strateji ile Londra olimpiyatları tasarlandı ve inşa edildi. Bu tecrübeleri sadece kendilerine saklamadılar, düzenlenedikleri web siteleleri ile tüm dünya ile de paylaşıyorlar. (learninglegacy.london2012.com)
Başbakanımızın küçümsediği Londra’daki demonte tesisler bu strateji ile bilinçli olarak inşa edilmiş geçici spor yapıları idi. Pazar günkü kapanış seremonisinden sonra çoğu tesis sökülecek. Parçaları ya başka yapılarda kullanılacak ya da geri dönüştürülecek. Bazıları bir sonraki olimpiyatları düzenleyecek Rio’ya gönderilecek. Kalıcı olarak inşa edilmiş dört salonun da Londra halkının ihtiyacı kadar olan kısmı hariç büyük kısmı sökülecek. Çok büyük kalabalıklar için inşa edilmiş yollar daraltılacak, geri kalan alan Kraliçe Elizabeth’in adının verileceği yeni bir kent parkı olarak kullanılacak. Bu parkın etrafında ise yeni konutlar, ofis yapıları ve sosyal binalar inşa edilecek ve kentin yeni gelişme alanı Doğu’ya kaydırılacak. Aslında tüm dünya için örnek bir model geliştiren Londra’da olimpiyatlar bitmiyor, yeni bir süreç başlıyor.
Türkiye ise olimpiyatlara yaklaşımı din ve inşaat parantezine alarak baştan niyetini belli etti. Başbakanımızın mimarlık ve kent planlaması konusunda on yıldan fazla sürede verdiği tüm demeçler bu konular hakkındaki bilgileri ve ilgilerini yeterince anlamamızı sağlamıştı zaten. Mimarlık ve kent planlaması söz konusu olduğunda “en büyüğü” ve “en gösterişlisi” olması dışında başka bir kriterle ilgilenmiyor AKP yönetimi. Başbakan’ın bu konuları danışabileceği danışmanlarının var olmadığı, eğer varsa da doğru kişiler olmadığı belli. Olsaydı, Londra’nın senelerce geliştirdiği olimpiyat alanları stratejisini “demonte salonlar bunlar, biz alasını yaparız” diye küçümsemez, “büyük düşün Türkiye” derken Türkiye’yi de küçük düşürmezdi herhalde. Neyse ki şimdi futbol ligi başlıyor. Dört sene daha nasılsa spor eşittir futbol olarak yaşayacağız. Bu konuları unutacağız, olimpiyat vizyonumuz logo tasarlama ve inşaat faaliyetinden öteye geçmeyecek. Spor bakanımız bu dört sene boyunca ne yapacak, onu da Rio’da göreceğiz.