Bienalin Sonuna mı Geldik?

IMG_2921

Ortaçağ ve Rönesans döneminde en parlak zamanını yaşayan, Bizans’ın başkenti Constantinople tarafından gümrük ve ticaret anlaşması yapılmış fakat İstanbul’un fethinden sonra itibarını ve gücünü giderek kaybeden Venedik, bundan 119 yıl önce, 1895’te düzenlenmeye başlayan çağdaş sanat bienali ile unutulmuş itibarını en azından turizm ve kültür dünyasında geri kazanmaya ve pasını üstünden atmaya başlamıştı. 1930’ların faşist yönetimi altında sanat bienali, müzik, sinema ve tiyatro alanında kardeş bienallerin doğurdu. İkinci dünya savaşı nedeni ile 6 yıllık bir kesinti yaşadıktan sonra 1948 yılında bienaller uluslararası sanat ve kültür dünyasının en önemli etkinlikleri olmaya devam etti. Lakin mimarlık bu uluslararası etkinlikte kendine çok sonraları yer bulabildi. Sergilerin mekanla ilişkisi sorunsallaştırılmaya başlandığında mimarlık 1970’li yıllara dek sadece bir tasarım hizmeti olarak, başta Carlo Scarpa’nın öncülüğünde enstalasyon ve iç mekan tasarımları ölçeğinde varlık gösterebildi.

Mimarlık ilk kez 1975 yılında ayrı bir başlık olarak Venedik’te kendini göstermeye başlıyor. İlk mimarlık bienali daha çok, sanat bienaline eklenen uluslararası davetli bir fikir sergisi şeklinde gelişiyor. Venedik Bienali’nin ilk başladığı tarih olan 1895’te tamamlanmış Giudecca adasının ucunda bulunan ancak 1955’te kapatılan ve şimdi Hilton Oteli olarak işleyen Mulino Stucky adlı un değirmeni yapısının ve civarını yeniden canlandırabilecek fikirleri içeren bu sergi 1975 yılında Vittorio Gregotti tarafından düzenleniyor. Daha sonraki iki sergi de yine Gregotti tarafından düzenlendikten sonra 1979’da Aldo Rossi ünlü yüzen tiyatro yapısının yer aldığı sergiyi kurguluyor. 1980’de bienal yönetimi mimarlık için bağımsız bir yapı kurulmasına ikna oluyor ve Paolo Portoghesi küratör olarak belirleniyor. O tarihe dek düzenlenmiş dört sergi “uluslararası mimarlık sergisi” adıyla bağımsızlaşacak olan Venedik Mimarlık Bienali’nin ilk temasına (the presence of the past/geçmişin mevcudiyeti) zemin oluşturuyor. Bu bienalin tematik ana sergisi “strada novissima/yeni sokak”, postmodernizm tartışmalarının ilk tetikleyicilerinden biri sayılır. Portoghesi, bu serginin mekanı olarak tersane bölgesindeki uzun halat fabrikası binası olan Corderie dell’Arsenale’yi kullanarak bundan sonraki bienallerin ana mekanlarından birini de belirlemiş olur. Sergide aralarında Frank O. Gehry, RemKoolhaas, Arata Isozaki, Robert Venturi, Franco Purini, Ricardo Bofil ve  Christian dePortzamparc’ın da bulunduğu isim yapmış mimarlar Roma’daki Cinecitta film stüdyosu ekipleri ile birlikte cephe kavramı üstünde durarak tüm mekanı hipotetik bir ana cadde gibi ele almış ve postmodern bina cepheleri ile doldurmuşlardı. Bu serginin yarattığı spekülatif etki bienaldeki diğer sergileri gölgelemiş ama postmodern mimarlık kavramı üzerine uzun süren tartışmalar da yaratmıştır.

Bir sonraki ikinci bienalin de küratörlüğünü yine Portoghesi üstlenmiş ve bu sefer “İslam ülkelerinde mimarlık” olarak belirlemiştir konuyu. Postmodernizm tartışmaları ile ısınmış mimarlık ortamında modernizmin global dogmalarına karşı çıkmanın yeni çerçevelerini Fas ve Hindistan arası coğrafyadaki İslam mimarlığından referanslarla yapmanın mümkün olup olmadığını tartışmaya açan Portoghesi ikinci sergisinde de postmodern mimarlığın altını ısıtmaya devam etmiştir.

Bundan sonraki iki bienalin küratörlüğünü Aldo Rossi üstlenmiş ve ilk sergisinde eski ve tarihi bir kent olan Venedik’i, kentsel mekanlarını yeniden canlandırmaya yönelik gelişim ve dönüşüm projelerini tartışmak üzere masaya yatırmıştır. İki yıllık dönemi bozarak bir sene sonra düzenlenen mimarlık bienalinin bir sonraki sergisini ise Rossi, tamamen tek bir mimarın işleri ve düşüncelerine adayarak Hendrik Petrus Berlage’yi konu etmiştir.

1991’deki beşinci mimarlık bienalinde yine bir İtalyan olan, eleştirmen ve mimarlık tarihçisi Francesco Dal Co küratörlük yapar ancak herhangi bir tema belirlemeden Giardini’deki İtalyan Pavyonunda aralarında Gae Aulenti, Massimiliano Fuksas, Aldo Aymonino, Giancarlo De Carlo, Renzo Piano, Luciano Semerani ve Ettore Sottsass’ın da bulunduğu 40 İtalyan mimarın işlerini sergiler. Dal Co’nun bu bienalde yaptırabildiği James Stirling’in Giardini’deki Kitapçı Pavyonu ise en kalıcı işlerden biri olarak hala hayatına devam etmektedir. İlk kez bu bienalde dünyadaki 43 mimarlık okulundan öğrenci projeleri de davet edilerek Arsenale binasında sergilenmiştir.

İlk beş bienal İtalyan mimar ve mimarlık tarihçilerine teslim edilmişken beş senelik bir aralıktan sonra 1996’ta düzenlenen altıncı bienalin küratörü Avusturya’lı mimar Hans Hollein olarak belirlenir. Hollein bu sefer oldukça iddialı bir şekilde mimarı merkeze koyan ““Sensing the Future – the Architect as the Seismograph/geleceği sezmek – sismograf olarak mimar” temasını belirler. Hollein, mimarların 90’larda gelişen iletişim ve yeni teknolojiler sayesinde artık belli ekollerin veya mimari akımların temsilcileri olamayacağını aksi takdirde sınıflandırılmaktan kurtulamayacaklarını belirtir. Postmodernizmin geldiği indirgeyici ve yüzeysel yaklaşıma karşı sert bir duruş olarak belirlediği bu tema çerçevesinde Hollein, Frank O. Gehry, Tadao Ando, Jean Nouvel, Renzo Piano, Zaha Hadid, Coop Himmelb(l)au, Peter Eisenman, Norman Foster, Herzog & de Meuron, Arata Isozaki, Toyo Ito, Philippe Stark, Jorn Utzon, Alvaro Siza, Massimiliano Fuksas, Rem Koolhaas ve Rafael Moneo’yu işleri ile birlikte İtalyan Pavyonu’na davet eder. Öte yandan ilk kez genç mimar kavramını görünür hale getirerek “Emerging Voices” başlığı altında Odile Decq, Diller & Scofidio, Peter Zumthor, Ben van Berkel ve Kazuyo Sejima’nın işlerinden oluşan ikinci bir sergiyi de organize eder.

Hollein’in sergisinden dört sene sonra 2000 yılında yedinci kez düzenlenen bienal bu sefer tekrar italyan bir mimara, MassimilianoFuksas’a emanet edilir. Fuksas Hollein’den aldığı didaktik çıtayı daha da yukarı kaldırır ve temayı “Less Aesthetics, More Ethics/ Daha Az Estetik, Daha Çok Etik” olarak belirler. Üstelik bu sefer bina ölçeğinde sıkışmış bienali Fuksas kent ölçeğine taşıyarak mimarın sorumluluklarını ön plana çıkartan bir tartışma başlatır.

Gerek Hollein gerekse Fuksas’ın seçtiği konular ve sergi tercihleri ile Venedik Mimarlık Bienali uluslararası mimarlık ortamı için bir laboratuvar görevi görmeye başlar ve bundan sonraki bienaller için de çerçeveyi genişletmiş olur. 2002 yılında 8. kez düzenlenen bienalin küratörü eleştirmen ve yazar Deyan Sudjic, mimarlık ortamının geleceğe dair kararsızlıklarını ve belirsizliklerini masaya yatırır. Davetli mimarlardan ilk kez bu bianelde sunum araçları olarak cam, tuğla, metal gibi mimarlığın temel malzemelerini de kullanmaları istenir.  Bu davet bugünkü bienallere de yansıyan mimarlığın sergilenmesinde yeni yaklaşım ve tekniklerin doğmasına büyük etki etmiştir.

2004’te Kurt W. Forster malzeme ve inşaat teknolojilerinin gelişiminin mimarlığa yansımalarına ve olası değişimlere odaklanarak konuyu “metamorph/başkalaşım” olarak belirlemiştir. Yüzlerce mimardan alınan ve Arsenale’ye yerleştirilen binlerce maket yedi bölümde; Dönüşüm, Topoğrafya, Yüzey, Atmosfer, Hiper-Proje, Asap Bozucu Şehir ve Yapaylığın Doğası başlıkları altında sergilenmişti. En önemli ve ilk bölüm olan Başkalaşım bir tarafta Aldo Rossi ve James Stirling, diğer tarafta Eisenman and Gehry’nin teorik ve üretilmiş işleri üzerinden tartışmaya açılmıştı.

Forster’ın bıraktığı noktadan küratörlüğü devralan, -LSE Cities programı direktörü de olan- Richard Burdett, 2006’da ibreyi tekrar mimarlık ölçeğinden kent ölçeğine çevirir. Yüzlerce istatistik ve üç boyutlu infografik eşliğinde, aralarında İstanbul’un da olduğu 16 küresel kentin toplumla olan ilişkisi ve mimarlığın bu ilişkiye değdiği noktalar analiz edilir ana sergide.

2008’deki 11. Bienal’de Aaron Betsky temayı, güncel mimarlık pratiğinin toplumsal sorunlara cevap verebilecek yetkinlikte olmadığını düşünerek “Out There: Architecture Beyond Building/Orada: Yapının Ötesindeki Mimarlık” olarak belirler. Bu önerme ile Betsky mevcut üretimlerin sergilenmesi yerine yeni deneylerin önünü açmak ister. Ancak bu sıralarda Bienal’in mimarlık dünyasındaki etkisinin git gide zayıfladığı da tartışılmaya başlanmıştır.

12.Bienalde ilk kez kadın bir mimar, küratör olarak belirlenir ve Kazuyo Sejima konuyu tekrar toplumla mimarlığın kesişim noktasına odaklar. “People meet in architecture/İnsanlar Mimarlık İçinde Karşılaşır” teması ile olasılıkların çeşitliliği ve mimarlığın bu çeşitliliğe verdiği yanıtların zenginliğini gösterdiği optimist bakışı ile olumlu eleştiriler alır. Ülke pavyonlarındaki sergilerin de konuyu benimsemesi ile diğer bienallere göre konu ve içeriğin birbirine en fazla yaklaştığı bienal olarak kabul edilir.

Ancak 13. ve son Bienal’de İngiliz mimar David Chipperfield, belirlenen “Common Ground/Ortak Zemin” teması ile bireysel ve yalıtılmış etkinlik halleri yerine mimarların birbirleriyle, müteahhitlerle, işverenlerle, kullanıcılarla ve giderek toplumla işbirliği yaptığı ortaklık hallerine, paylaşım ve kolektif düşünceye vurgu yapmayı dener. Ancak vaat edilen ortak zemini sergi içinde görmek pek mümkün olamaz ve eleştiriler yükselir.

Tarihsel sürece bakıldığında belirlenen temaların didaktik, kesin ve daha derin önermelerden git gide çok daha kapsayıcı ama muğlak ve yüzeysel temalara evrildiği görülmekte. Araştırma hevesi ile inanılmaz derecede zenginleşen ve genişleyen içeriğe rağmen yeni tartışmaları doğuramayacak kadar dağınık sergiler ve ayrı tellerden çalan ülke pavyonları yüzünden Venedik Mimarlık Bienali’nin gücü git gide zayıflıyor.

İnternet ile birlikte gelişen mimarlık medyası nedeniyle etki alanı daralan ve önemi azalan Venedik Mimarlık Bienali’nin son küratörü olarak Rem Koolhaas seçilmeseydi eleştirilerin daha şiddetli olması muhtemeldi. Doğru bir zamanlama ile bienal yönetimi günümüzün en etkin düşünce üreten mimarını son hamle olarak kullanarak itibarının sürekliliğini sağlamayı deneyecek bu sene.

Koolhaas, belirlediği “Fundementals/Esaslar” teması ile mimarlığın esaslarına dönüp tekrar bakmayı önermekte. Yıllardır kent ve toplum odaklı sorunlarla ilgilenmiş bienalde Koolhaas mimarlık biliminin temellerine inecek ve çağdaş mimarlıkla ilişkisini koparacak gibi görünmekte. Bu bienalde ilk kez bağımsız davranan ülke pavyonları küratörlerine de tanımlı bir çerçeve “Absorbing Modernity/Modernliği Özümsemek” verilerek daha bütüncül bir bienal hedeflenmekte. “Fundementals/Esaslar” başlığı altında yer alan bu çerçevenin yanı sıra “Elements of Architecture / Mimarlığın elemanları” ve “Monditalia” başlıklı iki sergi daha bulunacak. İlkinde duvar, merdiven, pencere gibi bina elemanlarına odaklanılarak olabilecek en temel mimari elemanlar Giardini’deki merkezi İtalyan pavyonunda otopsi masasına alınacak.  Arsenale’deki ana bina ise bu kez tamamen İtalya’nın mimarlık, politika, ekonomi, din, teknoloji ve endüstrisine odaklanacak.

* Bu yazı İstanbul Art News Haziran 2014 sayısında yayınlanmıştır.